Mağlova Kemeri üzerine Semavi Eyice ile söyleşi
Eylül 2007 Kaynak: Toplumsal Tarih Dergisi sayı:165
Ece Zerman, Fatih Tatari
Bu ay kuraklık hep gündemdeydi. Barajlar kurudukça, sular altından beliren “tarihi eser”lerin haberlerini aldık: İstanbul’da Ömerli Barajı’nın suları çekilince 400 yıllık Osmanlı mezar taşları belirdi; Alibeyköy Barajı’nın kurumasıyla Mimar Sinan yapımı Mağlova Kemeri tamamen ortaya çıktı. Bir yandan kuraklık sorununa nasıl çözüm bulunacağı tartışılırken, diğer yandan da bu “sorun”un açığa çıkardığı önemli tarihi yapılar söz konusu. Bunların arasında Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri sayılan Mağlova Kemeri hakkında, İstanbul tarihi ile Bizans ve Osmanlı sanatı konularında uzman Prof. Dr. Semavi Eyice ile konuştuk.
Sizden Mağlova Kemeri’nin tarihi ve önemi hakkında bilgi alabilir miyiz? Mağlova Kemeri İstanbul’un Osmanlı döneminde su ihtiyacını karşılamak üzere yapılan çeşitli su tesislerinin en önemlilerinden biri. Bizans zamanında su ihtiyacı sarnıçlarla sağlanıyor, halbuki Türk Müslümanlarda akarsu esastır. Bu nedenle de fetihten sonra sarnıçlara pek fazla önem verilmemiştir. Önce bazı su kemerleri yapılmış ve akarsulardan su getirilmiş İstanbul’a, sonra bu yeterli olmamış, Kanuni zamanında Mimar Sinan, hassa baş mimarı olarak bu işi üstlenmiş. Hatta yine kaynaklardan öğrenildiğine göre, Kanuni’nin baş mimar Sinan’a emir verirken, “Öyle su getirilsin ki bu şehre, en yüksek yerlerde bile küçük çocuklar ve dul ihtiyar kadınlar testilerini, kaplarını kacaklarını alıp çeşmelerden su doldurabilsinler ve benim devletimin yaşaması için dua edeler,” şeklinde bir de talimat verdiği söylenir.
Bazı kaynaklarda kemerin adının “İustinianos” olarak geçtiği biliniyor ve 1560’larda bir sel felaketi sonunda yıkılıp yeniden yapıldığından bahsediliyor. Bu bağlamda, Mağlova Kemeri mimari açıdan daha önce yıkılmış olan kemerin bir devamı sayılabilir mi, yoksa Mimar Sinan’ın tamamen yeni baştan yarattığı özgün bir yapı mıdır? Elbette Roma devrinde de su kemerleri yapılmış fakat Osmanlı su tesisleri Roma sisteminin devamı değil. Bir tek Eyüp’ün arkalarında bir kemer vardır Roma kemeri olarak, sanırım Osmanlı döneminde Halkalı suyunun üzerinden geçirilmesi için restore edilmiş, kullanılmıştır. Avrupalı araştırmacılar Mağlova Kemeri’ni -mimari ve estetik bakımdan çok güzel olduğundan, sadece su getirmek üzere yapılmış bir tesis olmadığından- Türklere yakıştıramadıkları için Roma eseri sanmışlardır. Roma eseri değil, temelinden itibaren Osmanlı-Türk mimarisinin eseridir.
Mağlova Kemeri mimari ve mühendislik açısından daha önce yapılmış hangi kemerlerle kıyaslanabilir? Bu kemeri benzerlerinden ne gibi özellikleri ayırıyor? Roma çağından kalma Bozdağı Kemeri vardır İstanbul’un içinde. Yüksek bir duvar, göz göz kemerler halinde. En yüksek yeri 18-20 metre kadardır. Üzeri genişçe bir yol halindedir, kanal vardır üstünde. Osmanlı döneminde de kullanılmıştır. Gelen bir suyu bu kemerin üzerinden geçirmişlerdir. İstanbul’un da bir simgesi olmuştur. Ancak mimari ve estetik bakımdan bir özelliği yoktur. Mağlova Kemeri böyle alelade bir su kanalı/kemeri mahiyetinde değildir. Alttan itibaren geniş başlayıp yukarıda darlaşır. Gayet sağlam yapılıdır; bildiğiniz gibi 2 kat kemere sahiptir. İki kat kemer öyle organize edilmiştir ki, aralarından bir yol bir tepeden diğer tepeye, ileriye doğru uzanır. Hem gayet hesaplı yapılmış bir kemerdir hem de estetik bakımından güzel bir eser olması için uğraşılmıştır.
Mimar Sinan’ın diğer eserlerini de düşündüğümüzde, Mağlova Kemeri’nin onlar arasındaki yeri nedir? Mimar Sinan’ın çok çeşitli eserleri var tabii. Eserlerinde dini mimari başta geliyor. Onun dışında da saraylar, kasırlar gibi birçok eser yapmıştır. Tüm bunların dışında bir de genel fayda sağlayacak, insanların ihtiyaçlarını cevaplayacak birtakım tesisler yapmıştır. Bunların başında su kemerleri ve suların üzerinden aşmayı sağlayacak köprüler gelir. Örneğin, bu köprülerden Büyükçekmece Köprüsü de bir şaheserdir. Dikkat edilirse, kendisi de o eseri o kadar özenerek, beğenerek yapmıştır ki, üzerinde kendi ismi, imzası olan yegâne eseri bu Büyükçekmece Köprüsü’dür. Onun kitabesinin köşesine Sinan kendi imzasını atmıştır. Karayoluyla Avrupa’dan gelen Batılılar dahi bu köprüden geçtiklerinde hayranlıkla bahsetmişlerdir. Yani böyle genel fayda sağlayacak eserler üzerinde de Sinan’ın himmeti vardır.
Mağlova Kemeri’nin baraj gölü altında kalma süreci nasıl gerçekleşti? Şu anki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizim uzmanlarımız maalesef başka çaresi yokmuş gibi bu kemeri baraj gölü içerisinde bırakmayı uygun gördüler. Bu konu anıtlar kuruluna 30 yıl önce ilk kez geldiğinde ben buna itiraz ettim. Kurul üyesiydim. Hatta bir tek bendim itiraz eden. Birtakım gerekçelerle bu kemerin göl içinde kalması kabul edildi. Ben hatta bir gerekçe yazdım o zaman. Ben bunu imzalamam çünkü bu Türk sanatı, Türk kültür tarihinde bir cinayettir dedim. “Su ancak birinci kat kemerin sonuna kadar yükselecek, üst kat kemerler köprü gibi su üstünde kalacak” dediler. Ben bunu imzalamam dedim, hatta aynı şu cümleyi kullandım: “Mimar Sinan’ın eserleri arasında Süleymaniye Camii dini mimaride neyse, sivil mimaride de Mağlova Su Kemeri budur. Tarih karşısında, Türk kültür tarihine yönelik böyle bir cinayetin sorumluluğunu yüklenemem, bunun altına imza atmam.” dedim. Eğer bir şekilde yok edilmediyse, bu gerekçemin dosyada hâlâ var olması gerekir. Bir husus daha var: Teknik Üniversite’den su profesörü olan rahmetli Prof. Kazım Çeçen’in bana söylediğine göre, bir baraj gölünün ömrü en fazla 40-50 senedir. Yamaçlardan, hele ağaçlandırılmazsa toprak iner ve içini çamurla doldurur. Zamanla böyle bir tarihi eser toprak altında kalacaktır, en azından yarısına kadar çamura gömülecektir. Bunu da bildiğim için gönlüm razı olmadı. Zannedersem Allah da razı değilmiş! Duyduğum kadarıyla bu baraj beklenen miktarda su tutmuyormuş. Arazide çatlaklar mı varmış ne, tamamen teknik bir konu, tam bilmiyorum… Baraj içindeki su mahmuzlardan yukarı yükselmiyor derler. 1. kat su içinde kalacaktı ama o kadara dahi yükselmiyordu başlarda. Sonra tedbir alıp yükselttiler mi bilemiyorum tabii. Ben Mağlova Kemeri’nin bir baraj uğruna feda edilmesine taraftar değilim. Bu kemeri daima Osmanlı devri Türk mimarisinin su tesislerinin en muhteşemi olarak kabul etmişimdir. Belki başkaları bunu kabul etmezler, “bir su kemeri, ne olacak, çamurun içine gömülmüş de olabilir,” deyip geçebilirler, onu bilemem ama benim kanaatim budur.
Mağlova ismi nereden geliyor? Mağlova Kemeri’nin adı hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Sadi Nirven bu adın Moğol Ağa’dan geldiği kanısındadır. 1542-1550 arasında İstanbul’u ziyaret eden P. Gilles’in yazdığı Latince kitapta, Mağlova Kemeri’nin bulunduğu Kydaros Deresi’ne (bugünkü Alibeyköy Deresi) halk tarafından Mahleva dendiği belirtiliyor. Tezkiretü’l-Ebniye’de ise, kemerden Mağlova ya da Muğlava diye bahsedilir. Tezkiretü’l-Bünyan’da bu kemere Muallak Kemer denmektedir. 1563 yılında meydana gelen selde yıkılan kemerler için tutulan resmi zabıtta ise kemerin adı Meğleve olarak geçmektedir.
Hem zarif hem dayanıklı… Mağlova Kemeri, 1554-1563 yılları arasında İstanbul’a su temin etmek amacıyla inşa edilen Kırkçeşme Su Tesisleri’nin en önemli yapısıdır. 1563 yılında meydana gelen sel baskınında tamamen yıkılmış, ardından yeni bir sistemle Mimar Sinan tarafından tekrar yapılmıştır. Kemerin orta bölümünde 8 büyük göz, yanlarda 4’er küçük göz, 5 ayağının her birinin üzerinde 3’er hafifletme gözü vardır. Ayrıca yaya geçidinin giriş ve çıkışı olan 2 küçük gözle birlikte Mağlova Kemeri’nde toplam 33 adet göz bulunmaktadır. Kemerin tepe uzunluğu 258 m, temelden yüksekliği ise 47,11 metredir. Bu yükseklikte bir yapının deprem ve rüzgâr gibi yatay kuvvetlere dayanması neredeyse imkânsızdır. Mimar Sinan, kemerin ayaklarını aşağıya doğru iki ayrı piramit şeklinde genişleterek hem stabiliteyi sağlamış hem de ayakların ortalarına üçer kemer yerleştirerek bunları hafifletmiştir. Bu şekilde eser hem zarif bir görünüme sahip olmuş hem de yatay kuvvetlere karşı dayanıklı hale gelmiştir.
Diğer haberler
|