Muhafazakârlık Sorunu ve Sinan Meselesi* 3 Ağustos 2007 Kaynak: Arkitera Selen Morkoç İki gündür Sinan yine gündemde. Uzaktan izleyen birisine “pes doğrusu” dedirtecek yorumlar yapılıyor arka arkaya uzmanlar tarafından... Uğur Tanyeli “Sinan muhayyeldi” demiş bir röportajında1. Böyle diyerek kutsal alana girerken ayakkabılarını çıkarmayı unutmuş bir Müslüman gibi tepkiler alıyor başka sanat / mimarlık tarihçilerinden. Sinan’ın ne kadarının hayal ürünü ne kadarının gerçek olduğu beni çok ilgilendirmiyor. Fakat Suphi Saatçi’nin de değindiği onca Osmanlı kaynağının Tanyeli’yi tatmin etmemesini anlamak güç. Sinan üzerine o zamanlar yazılanlar üç sayfadan oldukça fazlaydı, sözlü kültürde katlanan efsaneleri belirtmeye gerek bile yok. Ama birisi çıkıp da o kaynaklar şu an içimizi bayan bir şiirsel dille yazılmış, hatta ifade ettikleri anlamların çoğu yorumumuza kapalı ya da değersiz derse fakir birliğinde olmasam da ona diyecek lafım yok. Yine tartışma konusu olan yapı listesindeki hangi ürünler Sinan’a aitti hangileri değildi meselesi de oldukça anlamsız. Doğan Kuban yıllar önce onların hepsini bir insanın yapamayacağını söylemiş kendi sözüne göre2. Yani onun fildişi kulesine sığınıp kendi kafamızla sorgulamalardan kaçsaydık rahat edecektik demek ki hepimiz. Oysa ben savunuyorum ki ister kimisine elini dahi sürmemiş, ister hepsinin tek tek bir büyücü edasıyla kubbelerini bizzat kapatmış olsun, sonuçta Sinan o listeleri tezkirelerinin sonuna dahil ederek üzerlerinde daha bir yüzyıl çözülemeyecek “iddia” da bulunmuştur, bugün için önemli olan da budur. Frank Gehry de herhalde atölyesinden çıkan her makete elini sürmüyordur. Bugün adı ünlenmiş pek çok mimarın arkasını toplayan bir bilinmezler ordusu olduğu gerçeği onların ününe ün katmalarını malesef değiştirmiyor. Modern öncesi ve erken modern sanat üretimlerinde atölyedeki çıraklar ustalarının kendi eserlerini imzalamalarını gurur vesilesi sayarlarmış. Orijinallik ve üretkenlik kavramlarının o dönemlerde bizim anladığımız şekilde işlememesine şaşırmak saçma. Rönesans İtalya’sında da durum farklı değildi. Örnegin orijinalliğine hepimizin adeta taptığı Michelangelo hazretlerine adanmış biyografisinde nasıl bir heykeli aynen eski Yunan tarzında yonttuğu, hatta toprak altından çıkmış süsü vererek seçkin sınıfını aldattığı övünülerek anlatılır3. Sinan üzerine tartışmalar daha başka bir soruna işaret ediyor; mimarlık tarihi / eleştirisindeki muhafazakâr takıntılar diyebileceğim bu sorunu açıklayabilmek için Ulus Baker’in Karl Manheim’in muhafazakârlık tanımı üzerine yazdıklarına bakmak gerekiyor: “Muhafazakârlığın bir geleneğin ya da geçmişin korunumu diye tanımlanamayacağını söylüyordu Karl Manheim bize. Bu ne demek? Korunacak bir geçmiş kalmadığında muhafazakârlık, muhafazakâr ideoloji ortaya çıkıyor ya da muhafazakâr bir toplumsal tip tanım kazanıyor, ortaya çıkıyor. Muhafazakâr aslında şu anı geleceğe yansıtmak isteyen kişi yani bir babanın çocuklarının kendi istediği gibi yaşaması için gerekli olan kurumsal şeyler ya da fikirler neyse onu savunması, yani ‘Gelecektekiler de benim gibi yaşasınlar, benim değerlerimle yaşasınlar’ diyen bir tavır. Dolayısıyla muhafazakârlık geleceğe yönelik, geleceğe bağlanmış ve geleceği idealize eden bir yaklaşım.”4 Yani Sinan üzerine yapılan tartışmalar Sinan’ı anlamak / yorumlamaktan, geçmişe dönük olmaktan çok bir disiplin olarak mimarlık tarihi / eleştirisinin gelecekte Sinan’ı nasıl konumlandıracağı kaygısıyla böyle sürüp gidiyor. Benim gibi dışarıdan birisi için buna bir “iktidar savaşı” demek hiç de çekinilecek bir durum değil. Sinan’ı göklere çıkaran bir tutumun onu fazlaca olağanlaştıran bakış açısından bir farkı yok muhafazakâr olmak adına. Daha da tehlikelisi “evet evet, Sinan hayal ürünü değildi de fakat biz cok abarttık” demek. Çünkü en çok polemiğe giren herhalde bu ortakarar bakış açısı oluyor. Sonuçta Bülent Tanju’nun yazısının başlığında dediği gibi “Sinan Biz’i Anlatıyor.”5 İyisi mi şimdi muhafazakârlığımıza yakısır bir adım daha atalım: Kapatalım şu Sinan meselesini, sorunu çözemezsek ötelemekten başka çaremiz var mı rahatımızı bozmamak adına? * Sinan da buna dahil olmak üzere her efsanede bir gerçeklik payı vardır. 90’ların ODTÜ’sünün en gerçek efsanesi Ulus Baker’in anısına...
|
|||
|