Sinan ve Mikelanj 9 Ağustos 2004 Kaynak: Radikal Gazetesi H.Bülent Kahraman 20. yüzyıl sanat tarihinin anlatımı daima Picasso'nun Avignon'lu Kızlar tablosuyla başlar. Ama bu tablo güzel midir diye sorulursa verilecek cevap muhtemelen hayırdır. Hatta, bir çağı değiştiren kübizmi başlatmış bu tablodan daha 'iyi' kübist tablolar da bulunur. Picasso'nun işinin önemi, bir dönemi belirlemesindedir. Benim için gelmiş geçmiş üç-beş yaratıcıdan birisi olan Mikelanj'ın Floransa'daki Medici Kütüphanesi de benzeri duygular uyandırır insanda. O da Rönesans mimarlığının bütün inceliklerini küçücük bir yapıda gösterebildiği için bir kilit taşıdır. Ama, ona bakarak Mikelanj'ın ne yaman bir usta olduğunu düşünmek güçtür. Aksine onun bir bölümü yarım bırakılmış ama hırsının bütün kartallarını havalandırmış yapıtları çok daha çekicidir. Bir dönemin simgesi olmuş yapıt her zaman önemli oluyor ama her zaman o kadar da çekici olmayabiliyor. Her yıl birkaç kez gittiğim Süleymaniye ve Pantokrator Kilisesi'ne bu yıl birkaç kez üst üste gittim. Aradan bir süre geçtikten sonra hâlâ içim sıra gezdirdiğimi fark edip bu iki yapıyı, bir daha gittim. Geçen yıl İtalya'da Medici Kütüphanesi'ni yeniden gördüğümde aklımdan geçirdiklerimin yanıtını arıyordum belki de. Mikelanj ve Sinan veya Brunelleschi ve Sinan birbirlerinin yapıtlarını görselerdi ne düşünürlerdi? Beni asıl ilgilendiren Sinan-Mikelanj ilişkisiydi. O nedenle, Sinan, bütün saygısıyla o küçücük yapıyı şöyle bir süzüp geçer, olsa olsa, Medici heykellerine de değil (bence Mikelanj'ın en durağan yapıtları olan) 'Gündüz ve Gece' yapıtlarına biraz daha takılırdı. Hepsi o! Mikelanj ise, adım gibi eminim, Süleymaniye'nin ya da Doğan Kuban üstadımızın 'Stupalardan büyük kubbeli mezarlara, Panteon'dan Ayasofya'ya, Asya bozkırlarından Akdeniz'e uzanan bir perspektif içinde kendi özgün yorumunu dile getiriyor.. göçerden ve İslam'dan gelen Roma ve Bizans'la buluşan yeni bir Akdeniz rasyoneli sergiliyor... 'Rönesans'ın bütün mekân deneyimlerini kendi yaşamına sığdıracak güçte bir yaratıcı ve yenileyiciydi' dediği Sinan yapıtları karşısında büyülenirdi. Piyale Paşa Camii'nde Anadolu'da Osmanlı döneminden önce süregiden ulucami modelini çağına göre yeniliyordu Sinan, Murat Belge'nin belirttiği gibi. Kılıç Ali Paşa Camii'nde ise Ayasofya'yı tekrar ediyordu. Kısacası, Kuban'ın vurguladığı gibi, Sinan'ın o çağlar ve mekânlar üstüne gerilmiş gerçeğiydi bu görkemi yaratan: Türk mimarlılığının ve şiirinin bence belini kıran 'sentez' saplantısı değil, 'özümseme' ve 'benleştirme' açılımıydı. Bir de elbette 'bakışım' diye bir şey var. Yeni Türkçede bakışım 'simetri' demek. Ama 'bakışmak'tan daha çok bende o eylemi çağrıştırıyor. Yazının başına dönecek olursam bütün mesele o bakışımda, bakışmakta, bakışta. Bunun ne olduğunu bugün de görmek mümkün: Pantokrator'da durup bakınca Süleymaniye haşmetle karşısında duruyor insanın. Ayasofya'ya o yapıtın kendisi kadar görkemli ama ondan daha zarif olan minareleri eklemiş Koca Sinan o yapıyı inşa ederken de sürekli Pantokrator'u görüyor, göz'lüyordu Göz kelimesinin içinde 'öz'ün bulunmasının hiçbir anlamı yok denebilir mi?
|
|||
|