İstanbul'un hokka ve kalemi 03.06.2006 Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi Sunay Akın Koca Sinan'ın Defterdar Camii, dünyadaki tüm tapınaklar arasında apayrı bir öneme sahip İstanbul'un hokka ve kalemi Hokka ve kalem yerine konuldu On yılı aşkın süred ir Defterdar Camii'nin önemini gösterilerimde anlatır, köşe yazılarımda, kitaplarımda dile getiririm. Bu konuya ilk ilgiyi Cengiz Özdemir 'den gördüm. O, benim için varlığıyla kültür hayatımızda çok önemli bir şanstır. İstanbul'a kazandırdığı zenginlikleri, bir arada yaşama kültürümüze kazandırdıklarını takdir ettiğim Özdemir, hokka ve kalemin yeniden yerine konulması için elinden geleni yapacağını söylemişti... Evet, benim çabam, hokka ve kalemin yeniden Defterdar Camii'nin minaresine konulmasıydı; çünkü, fırtınalı bir havada önce hokka, sonra da kalem düşüp kırılmıştı... Çok değil, üç ay önce Cengiz Özdemir'den gelen bir telefon müjdeli haberi veriyordu: Hokka ve kalem yerine konulmak üzere hazırlanıyordu!.. Sayın Özdemir, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt 'ın yanından arıyordu ve Sayın Beyazıt hayalimin gerçekleşeceğine dair söz veriyordu... İtiraf edeyim, duyduklarım hoşuma gitmişti ama sözün yerine getirileceğine dair pek umutlu değildim... Ta ki, 30 Mayıs gününe kadar!.. O gün, Defterdar Camii'nin avlusunda sevgili Hıncal Uluç ile beraberdik... Sayın Yusuf Beyazıt, Cumhuriyeti kuranlar anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın ardından yaptığı konuşmada, Defterdar Camii'nin önemiyle ilgili yazdığım bir yazımı cebinden çıkardı ve okudu!.. İstanbul'un tarihi değerlerine dikkat çeken bir yazıyı cebinde taşıyan bir Vakıflar Genel Müdürümüz var!!!... Sayın Beyazıt, büyük bir alçakgönüllülükle yıllardır usanmadan sürdürdüğüm bu dava için bana teşekkür ediyor ve gösterdiğim duyarlığa layık olmaya çalıştığını söylüyordu!.. Evet, yanılan ve bundan dolayı da çok sevinen bendim... O gün, Mahmut Efendi'nin hokka ve kalemi tarihi yerine, minarenin en üstüne bir kez daha kavuşuyordu... Sayın Beyazıt'ın konuşmasının ardından kürsüye davet edildim. Konuşurken, sevgili Hıncal Uluç'un sevgi dolu bakışlarını hep üstümde hissettim. Sanki, "bunu da başardın evlat" der gibiydi... Evet, bir ödül daha kazanmıştım. Benim ödül anlayışım almak değil, vermek üstüne kurulu... İstanbul'u bir kartvizit olarak kullanmak ya da bu tarihi kentin değerlerini üstüme yöneltilen bir sahne ışığı görme arzusunda hiçbir zaman olmadım... Defterdar Camii'nin minaresine konulan hokka ve kalemin aydınlanma tarihindeki öneminin kavranması benim için mutlulukların en büyüğüdür. Thomas Edy , toplumların bilgisizlik yüzünden yok olduklarını söyler. Mahmut Efendi'nin hokka ve kalemi bir deniz feneri gibi geleceğimizi aydınlatmaya devam edecektir... Işığı yüzüne tutmak yerine yarına taşımak düşüncesinde olanlar bu mutluluğu benimle beraber paylaşıyorlardır. Tıpkı, Kız Kulesi'nin Şiir Cumhuriyeti olarak bir müzeye dönüşmemesinin hüznünü yüreklerinde taşıdıkları gibi!.. Bir yıl içinde iki mutluluk... Koca Sinan'dan, Mahmut Efendi'den söz ettiğim konuşmanın ardından Sayın Mehmet Ali Şahin konuşmak için kürsüye geldi!.. Konuşma sırasında "protokol" uygulanmıyor, başbakan yardımcısından önce söz bir şaire, yazara veriliyordu!.. Minarenin altında kurdeleyi Sayın Şahin, Sayın Beyazıt, Sevgili Uluç ile birlikte kestik... Böylelikle, Nazlı Mahmut Efendi'nin hokka ve kalemi yerine kavuşmuş oldu. İstanbul'un tarihinde son derece önemli olan bu mutluluğu bir yıl içinde iki kez yaşıyordum. İlki, Kadıköy Belediye Başkanı Sayın Selami Öztürk 'ün Oyuncak Müzesi'nin sokağına koydurduğu zürafa heykelleridir. Böylelikle, yüz yıl önce Münif Tahir Paşa 'nın Erenköy'deki konağının bahçesine koydurduğu zürafa heykeli yeniden hayat kazanmıştı... 30 Mayıs 2007... O gün her şey mükemmeldi... Bir şeyin dışında: Gözlerim hep Cengiz Özdemir'i aradı... Keşke o da gelebilseydi, o gün aramızda olabilseydi... Herhalde, seçim hazırlıkları içindeydi... Ben, Cengiz Özdemir'in de, Bedri Baykam 'ın da, Reha Çamuroğlu 'nun da Meclis'te olmasını istiyorum. Düşünce özgürlüğünün "herkes benim gibi düşünsün" anlamına gelmediğini bilen bir savunucusu olarak bunu bekliyorum. Bir tapınağın tepesine hokka ve kalem koyacak kadar yazıyı, okumayı, aydınlanmayı önemseyen Mahmut Efendi'nin torunları bilirler ki, İstanbul'un mürekkebi hepimize yeter!.. |
|||
|