Osmanlı Mimarisinin Kalfalık Şaheseri: Süleymaniye Camii Tarih: 20 Ocak 2003 Kaynak: Hürriyet Sanat Nuray Mestçi İstanbul'da kendi adıyla anılan semtte bulunan, Türkiye için büyük ve önemli bir geçmişi hatırlatan Süleymaniye, sadece bir camii değil aynı zamanda türbeler, türbedar dairesi, evvel medresesi, sani medresesi, rabi medresesi, salis medresesi, tıp medresesi, darülhadis, darüşşifa-bimarhane, darülkurra, sibyan mektebi, imaret, tabhane (konuk evi), han, hamam, kitaplık ve dükkanlarıyla büyük bir külliyedir. Yapıların yerleştirilmelerindeki ustalığın yanında, ekonomik ve kültürel işlevleriyle bu yapılar aynı zamanda klasik dönemin simgesidirler. Mimar Sinan ve Kanuni Sultan Süleyman'ı yani sanatla politik gücün birleşimini temsil eden Süleymaniye Külliyesi, hem mimarisinin ihtişamı hem de sosyal hayattaki işleviyle bunun en büyük kanıtıydı. Süleymaniye Camii, Mimar Sinan'ın deyimiyle, kendisinin ve Osmanlı mimarisinin kalfalık dönemini simgeliyordu. DÖRTGEN PLAN 20 Haziran 1150 gibi başlanıp 20 Ekim 1557 yılında inşası bitirilen caminin yapımına Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan'ın 2/3'ünü Osmanlı topraklarına kattıktan sonra karar vermişti. Kareye yakın planıyla merkezde bulunan Süleymaniye Camii, yine bir kare olan iç avlusuyla büyük avlunun ve külliyenin oluşturduğu büyük dörtgenin içinde, küçük bir dörtgen olarak inşa edilmişti. Caminin arka avlusunda bulunan iki türbede Kanuni, Hürrem Sultan, II. Ahmed ve II. Selim'in annesi Dilaşub Sultan ve şehzadeleri yatıyor. Dış avlunun on tane kapısı bulunuyor. Bunlar; Mera Kapısı, Eski Saray Kapısı, Mektep Kapısı, Çarşı Kapısı, Hekimbaşı Kapısı, İmaret Kapısı, Kubbe Kapısı, Tabhane Kapısı, Ağa Kapısı, Harem Kapısı adlarıyla anılıyorlar. Üç kapılı iç avlunun orta kapısı anıtsal ve yüksek bir taç yapı ve başlı başına mimari bir eser sayılabilecek güzellikte. Çevresinde pembe granit ve mermer 24 sütun üzerinde 28 kubbeli bir revakla ortasında şadırvanıyla camiye bağlanan iç avlunun son cemaat yerindeki on pencerenin alınlığında, Karahisarlı Hasan Efendi'nin kaleminden çıkma çini panolar üzerinde Kur'an'dan alınma fetih ayetleri bulunuyor. Bu avlunun altı granit sütunu yaklaşık 10,6'şar ton, 6 esmer granit direği yaklaşık 4,1'er ton, 6 marmara mermeri sütunuysa 3,8'er ton olarak hesaplanmış. MİNARE VE ŞEREFELER Caminin dört minaresi İstanbul'da yaşamış ilk dört sultanı; Fatih, II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni'yi; üzerinde birer sütun başlığı gibi duran on şerefe de 10 padişahı temsil ediyor. Minareler örülürken taşlar birbirine demir kemerle tutturulmuş, taş ve demirin birbirine kenetlenmesini sağlamak için bağlantı yerlerine kurşun dökülmüştü. Kubbeye yakın olan iki minare daha uzun, diğerleri kısa olduğundan camii piramit biçimli bir hareketlilik kazanmıştı. 53 metre yükseklik ve 26,5 metre çapındaki büyük kubbenin ve üst kagir kabuğun yaklaşık 1 000 ton ağırlığındaki yükü iki yarım kubbeyle ve fil ayağı olarak adlandırılan dört büyük sütunla temele iletilmişti. Yükseklikleri 9,02 metre, çapları 1,4 metre olan ve yaklaşık 30'ar ton oldukları hesaplanan fil ayaklarının her biri toplam 8 000 ton yükü temele iletiyor. Mimar Sinan bunları Ciharyar-ı Güzin'e (dinin dört direği); Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'ye armağan olarak sunmuştu. Ayaklardan ikisi İstanbul'dan eski Bizans Sarayı'ndan ve Kıztaşı'dan, biri Baalbek'teki Jüpiter Tapınağı'ndan, diğeri de Mısır'ın İskenderiye kentinden getirtilmişti. Ayaklar 6,2 X 5,1 metrelik, küfeki taşından örülmüş payeler üzerine oturtulmuştu. MUHTEŞEM AKUSTİK Çini dekorlar ortasında yükselen mihrap iki kabartma oluklu ve altın yaldız stalaktit kaideli sütunlarla tek parça olarak yapılmıştı. Caminin akustiği muhteşem bir şekilde hesaplanmıştı. 63 X 69 metre planı olan camii içinde ses, giderek eriyip yok oluyor. Akustiği güçlendiren etkenlerin kubbeye yerleştirilmiş 64 küp ve sesin dolaşımını engellemeyecek biçimde oturtulmuş sütunlar olduğu bilinmekle birlikte yine de kesin bir çözümle halen yapılamamış bulunuyor. Hünkar mahfili (padişah bölümü) de çevresindeki mermer oyma kafesiyle dikkat çekiyor. Mimber üzerindeki stalaktit oymalar da son derece ilgi çekici. Camii eskiden kandil ışığıyla aydınlatıldığından, çıkan isin nakışları kirletmemesi için Mimar Sinan tarafından geliştirilen bir havalandırma sistemiyle bütün is, bir "is odasında" toplanmaktaydı. Bu işlem bir-iki dakikalık bir sürede içerideki tüm havanın değişmesi sırasında gerçekleşmekteydi. Bu is daha sonra devrin ünlü hat ustalarına mürekkep olarak veriliyordu. KUBBENİN SIRRI Kubbeli yapı mimarisinin bir sonucu olan, tepe yüklerinin yanal taşıyıcılara iletilmesi, yapıların dış görüntülerini, faydacı ancak çirkin bir biçimde etkilerken, Sinan'ın eserinde bunlar mekanın içine alınmış, yan duvarların bir parçası olarak gösterilmiş, cepheleri oymalarla süslenerek görüntü hafifletilmiş. Koca Sinan'ın basık kubbeli Süleymaniye'sinde, bu basık kubbeyi (yüksek kubbeye göre daha zor taşınır) ayakta tutanın ne olduğunu anlamak, mimari bilgisi olanlar için dahi son derece güç, bu sade görünümlü eserin taşlarına gizlenmiş bilginin boyutları inceledikçe insanı daha da şaşırtıyor. Halen ayakta duran camii, günümüzde de görenleri kendisine hayran bırakıyor. İNŞAATTA KİMLER ÇALIŞMADI Kİ? Süleymaniye Külliyesi'nin inşasına pek çok kişinin emeği geçmişti. Yapılan araştırmalara göre inşaatta Hassa Mimarları Ocağı'nın elemanları, acemioğlanları, diğer kapıkulu ocakları mensupları, ücretle çalışan serbest ustalar, işçiler ve esir olarak da forsalar çalışıyordu. Evliya Çelebi, 3 000 ayağı bağlı forsanın temel inşaatında çalıştığını yazar. Sayıları abartılmış olsa da esirlerin temel inşaatında çalıştıkları anlaşılıyor. Ö. Lütfü Barkan'ın, Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı adlı eserinin birinci cildinde belirtildiğine göre; çalışanların yüzde 54,85'i serbest işçiler, yüzde 39,93'ü acemioğlanları ve yüzde 5,23'ü esirlerden oluşuyordu. Acemioğlanları şantiyede büyük ölçüde taş ocaklarında ve malzeme nakliyatında çalışmışlardı. Genellikle gemilerin forsaları olan esirler de malzeme nakliyatında çalışmışlardı. Çoğunluğu acemioğlanlarından oluşan düz işçilerin dışında bennalar (duvarcı), sengtıraşlar (taş yontucu), en büyük usta grubunu oluşturuyordu. Neccarlar (marangoz), haddadlar (demirci), nakkaşlar (ressam), camgerler (camcı), sürbgerler (kurşun döşeyici), lağımgerler (patlayıcı kullanarak kuyu ve dehliz açanlar) başlıca ustalardı. Fakat hamallar, atlı hamallar, arabacılar, ırgatlar, peremeciler, ambarcılar, yemek pişirenler, bazı işleri götürü olarak alanlar ve daha pek çok sıfatta çalışanlar vardı. Külliyenin inşasında hem Müslümanlar hem de gayrımüslümler görev almıştı. Duvarcıların 11/17'si Hıristiyan, kireç ocağı işletenler Rum, sengtıraşların 10/11'i Müslüman, marangozların 2/3'ü Müslüman, nakkaşların 5/6'sı Müslüman, lağımcıların çoğu Hıristiyan, demircilerin 5/6'sı Hıristiyan, camcıların çoğunluğu Müslüman, kurşun kaplamacıların tümünün Müslüman olduğu hesaplanmıştı. Lağımcılar ve ocaklardan taş kesenlerin (karhengci) daha çok Rum olduğu saptanmıştı. Tümel toplamda Müslüman ve Hıristiyan işçi sayısı hemen hemen birbirine eşitti. İnşaatta çalışmaların yoğun olduğu yaz aylarında çalışanların günlük ortalaması 2 000'in üzerindeydi, bu rakam zaman zaman 3 000'e kadar çıkıyordu. |
|||
|